Custom Search

Mehmet Akif Ersoy

17 Ocak 2013

1873’te İstanbul’da doğdu. 27 Aralık 1936’da İstanbul’da yaşamını yitirdi. 4 yaşında Fatih’te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başladığı eğitimini Fatih Merkez Rüştiyesi’nde sürdürdü. Ardından Mülkiye Mektebi’nin idadi (lise) bölümünü bitirdi. Babasından Arapça öğrendi. Fatih Camii’nde İran edebiyatı okutan Esad Dede’nin derslerini izledi. Farsça ve Fransızca öğrendi. Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine Mülkiye’nin yüksek kısmından ayrılmak zorunda kaldı. 1889’da girdiği Halkalı Mülkiye Baytar Mektebi’ni 1893’te birincilikle bitirdi. Ziraat ve Ticaret Nezareti’nde veteriner olarak çalışmaya başladı. Rumeli, Arnavutluk ve Arabistan’da dolaştı. Geniş halk kesimleriyle, köylülerle yakın ilişkiler kurdu. Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907’de Çiftçilik Makinist Mektebi’nde ders verdi. 1908’de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine atandı. Umur-ı Baytariye Müdür Muavini görevine getirildi. Kısa süre sonra bu görevden ayrılıp yalnızca Halkalı Mülkiye Baytar Mektebi’nde ders vermeyi sürdürdü.
İstiklal Marşı

1913’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. 1. Dünya Savaşı sırasında bu cemiyete bağlı bir örgüt olan Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla Almanya’daki Müslüman tutsakların durumunu incelemek üzere Berlin’e gönderildi. Daha sonra Arabistan ve Lübnan’a gitti. Batı uygarlığının koşullarına ve Doğu-Batı çelişkisine tanık oldu. İstanbul’a dönüşünde Dâr-ül-Hikmet-i İslâmiye adlı kuruluşun başkâtipliğine atandı. İzmir’in işgalinden sonra Anadolu’da başlayan kurtuluş hareketine destek verdi. Balıkesir’de yaptığı konuşma, İstanbul hükümetini endişelendirdi, görevinden alındı. Ama o mücadalesini sürdürdü. Camilerde yaptığı konuşmaların metinleri çoğaltılarak bütün yurda dağıtıldı. Ankara hükümetinin kurulması üzerine Burdur mebusu olarak Büyük Millet Meclisi’ne girdi. O sırada İstiklal Marşı için açılan yarışmaya katılan 724 eserin hiçbiri beğenilmemişti. Maarif vekilinin isteği üzerine 1921’de “İstiklal Marşı”nı yazdı. Metin, 12 Mart 1921’de Büyük Millet Meclis’nde kabul edildi. Mehmet Akif, ödül olarak kendisine verilen 500 lirayı Türk Ordusu’na armağan etti.
Mehmet Akif ErsoyMısır dersleri

Sakarya Zaferi’nden sonra İstanbul’a geldi. Milli Mücadele’nin yarattığı koşullarla çelişkiye düştü. 1923’te Mısır’a gitti. Birkaç yıl kışları Mısır’da yazları İstanbul’da geçirdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin “laik” olması ilkesi kabul edilince tümüyle Mısır’a yerleşti. 1936’ya kadar Mısır’da Türk dili ve edebiyatı dersleri verdi. Bir yandan da Kur’an’ın Türkçe’ye çevrilmesine çalışıyordu. Siroz hastalığına yakalandı. Hava değişimi için 1935’te Lübnan’a, 1936’da Antakya’ya gitti. Aynı yıl ülkesinde ölme isteğiyle Türkiye’ye döndü. 27 Aralık 1936’da hastalığın pençesinden kurtulamadı ve yaşamını yitirdi.

Edebiyatla ilgisi baytar mektebindeki öğrenciliği sırasında başladı. İlk şiiri “Kur’an’a Hitab” 1895’te “Mektep” adlı dergide yayınlandı. Ardından “Resimli Gazete”de şiirleri çıktı. O dönemde yazdığı ahlak, din, bilgelik temalarını işleyen didaktik şiirlerini temel eseri “Safahat”a almadı. Öğretmeni İsmail Safa’nın etkisini taşıyan mesnevileri, edebiyat çevrelerinin ilgisini çekti. 2’nci Meşrutiyet’in ilanından sonra daha önce yazıp ortaya çıkarmadığı yazıları yayınlanmaya başladı. 1908-1910 arasında Sırat’ı Müstakim (sonradan Sebilü’r Reşad adını aldı) dergisinde yazdı. En ünlü şiirleri “Küfe” ve “Seyfi Baba” bu dönemde yayınlandı.
Safahat
Temel eseri “Safahat” 7 kitaptan oluşur. Birinci kitap olan 1911 tarihli “Safahat”ta, Osmanlı toplumunun meşrutiyet yıllarındaki durumu anlatılır. “Süleymaniye Kürsüsünde” isimli 1912 tarihli ikinci kitapta, Osmanlı aydınlarının halkla ilişkisi dile getirilir. 1913 tarihli “Hakkın Sesleri” adlı bölümde, eski dinsel-didaktik Türk yapıtlarında olduğu gibi her şiirin başında bir ayet yer alır. Bu ayetler günün siyasal ve toplumsal olaylarının yorumuna ışık tutar. 1914 tarihli ve “Fatih Kürsüsünde” adlı dördüncü bölümde, yeni kuşaklara çalışma ve mücadele ruhu kazandırmak isteyen düşünceler yer alır. 1917 tarihli “Hatıralar” bölümünde 1’inci Dünya Savaşı sırasında yazılmış şiirler bulunur. Her birinin başına bir hadis konular bu şiirlerde “İslam Birliği” ülküsü vurgulanır. 1924 tarihli “Asım” ismindeki 6’ncı bölümde 1’inci Dünya Savaşı günlerinden tablolar çizilir. 1933 tarihli 7’nci bölüm olan “Gölgeler”de dinsel konulu şiirler ve dörtlükler yer alır.
Şiiri

Mehmet Akif’in şiiri anlatıya ve öğüde dayanır. Ama din yönünden ulaştığı başarı, öğüt ve anlatıyı donukluktan kurtarır. Zaman zaman didaktizmin sakıncalarını hafifleten bir mizah ön plana çıkar. Zaman zaman da coşku ve içtenlik gibi öğeler şiiri söylev parçası olmaktan kurtarır. “Sanat sanat içindir” tezine her zaman karşı çıktı. Ona göre şiir, “libas hizmetini, gıda vazifesini görmelidir. Gerçeği her an ve bütün çıplaklığıyla yakalamalıdır.” İstanbul halkının konuşma dili kadar Osmanlıcayı da çok iyi bildiği için aruz veznini ustalıkla kullanır. Türkçülük hareketine ve Milli edebiyat akımına karşı çıkar. Kurtuluşu Batılılaşma’da gören Tevfik Fikret ile catışır. İslam Birliği’ni savunurken, İslam dünyasındaki durağanlığı da sert dille eleştirir. Savaş, bunalım ve yokluk yıllarının yoksul insanları Türk edebiyatında gerçek yüzleri ve sorunlarıyla ilk kez onun şiirlerinde ele alınır.

Ayrıca Bkz.

MEHMET AKİF ERSOY,  MİLLİ MÜCADELEDEKİ YERİ, SANATI VE DÜŞÜNCESİ

İstiklal Marşı ve Mehmet Akif ERSOY (Gönül BATTAL)

İstiklal Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Programı (Gönül  BATTAL)

Mehmet Akif Ersoy’un Hayatı (Gönül  BATTAL)


ESERLERİ
Safahat (Başlangıç 1911, tamamlanma 1933. Ömer Rıza Doğrul, Akif’in kitaplarına almadığı şiirlerini de ekleyerek Safahat’ı 1943’te tekrar yayınladı. M. Ertuğrul Düzdağ “Safahat”ın daha önceki baskıları arasındaki farkı gösteren yeni bir basımını 1987’de yayınladı.) Kastamonu Kürsüsünde (1921, Milli Mücadele dönemindeki hutbeleri) Kur’an’dan Ayet ve Hadisler (ölümünden sonra, 1944 seçme yazıları) Mehmet Akif Ersoy’un Makaleleri (1987, Abdülkerim ve Nuran Abdülkadiroğlu)

Mehmet Akif Ersoy Milli Mücadeleki Yeri Sanatı ve Düşüncesi

Mehmet Akif, milli marşımızın şairi ve milli mücadelemizin toplumu bilinçlendirme noktasında güçlü savunucusu, renkli bir simasıdır… Renkli bir simasıdır diyorum çünkü gerçekten de çok yönlü ve renkli bir kişiliktir. Ülke içinde savunduğu düşüncelerden dolayı yerine göre softa, yerine göre medeniyet düşmanı, Mısır’da bulunduğu yıllarda giydiği Batı tipi kıyafetlerden dolayı ecnebi gibi sıfatlara maruz kalmış birisidir. Kıymetli dinleyiciler, milli mücadelemizin dayandığı iki ana şiar vardır; hâkimiyeti milliye, yani milli egemenlik ve istiklal-i tam, yani tam bağımsızlık.

Bu iki şiar, Milli mücadelemizin “ya İstiklal ya ölüm” parolasıyla ifade edilen sembol hedefini oluşturur. Gerçekten de bu iki ilke olmadan milli mücadele, milli mücadelesiz de Mehmet Akif Ersoy anlaşılamaz. İçinden şehit çıkmayan evin kalmadığı, insanların cephelerde bulunmak yerine sevdikleriyle birlikte olma iştiyakının önlenemez bir hale geldiği, istilacı güçlere karşı direnmek ic;in maddi, manevi tüm dayanakların tükendiği bir ortamda Mehmet Akif’in İstiklal Marşımızdaki seslenişi, bir gök gürültüsü gibi Anadolu semalarında yankı bulmuştur: “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.” 0, Konya’dan Kastamonu Nasrullah Camiine, oradan Diyarbakır Camii Kebirine, kitlelere milli mücadele ruhunu, bugün de toplumumuzun değişmez ortak paydaları olan değerleri aşılayan gerçek bir mücadele adamı ve milletvekilidir.

Mehmet Akif hakkında konuşmak, bugünü konuşmak demektir; 0, kendi sırça köşküne çekilip hayal hanesinde ürettiklerini pazarlayan, topluma ve onun değerlerine değmeden yaşamaya çalışanlardan değildir. 0, sözünün odun olması pahasına hakikat olmasını yeğleyen, Hakkın hatırını her şeyin üstünde tutan gerçek bir sanatkâr, fikir ve mücadele adamıdır. Akif, hayatın her yerindedir; baştan başa hayat safhalarından ibaret olan eserine Safahat adını vermesi, bu bakımdan oldukça anlamlıdır. Doktorların himmetine erişmek için sıra bekleyen zavallı hastalar, bunları sömürmeye çalışan rüşvetçi1er, ekmeklerini pazı güçlerinden çıkaran hamallar, minyatür birer kamuoyu olan mahalle kahveleri, karanlık sokaklar, kimsesiz ihtiyarlar, Seyfi Baba’lar” Köse imam’lar ve elbette Çanakkale şehitlerinin destansı mücadelesi Safahat’ın sayfaları arasından çıkıp fikrimize ve gönlümüze taşınır.

    İslam’ı bulundukları zamanın kabına sığdırıp onu donduranlar, modernizmin meydan okumasının farkına bile varamayanlar, Akif’in şefkatli  fakat keskin öfkesinin muhatabı olmaktan kurtulamaz. Aynı şekilde, modernleşmeyi batılılaşmakla bir tutanlar, bunun için de oz değerlerimizi rüşvet verenler, Safahat’ta kıyasıya eleştirilir. Miskinlik, tembellik, adamsendecilik, taklitçilik gibi tüm sosyal yaralarımız karşısında Akif’in misyonu şaşkın  adamı ayağa kaldıracak bir kalk borusuna ses vermektir. Ancak, ayni Akif, toplumumuza yönelen dış tehditler söz konusu olduğunda, sahip olduğumuz erdemleri öne çıkarır ve on Iarı harekete geçirmeye çalışır.

Hak kavramının çift uçlu anlam kökünden yararlanarak istiklalimizi bu esas üzerinde temellendirir. Batıda üretilen ilim ve teknolojiyle bunun sonucunda ortaya çıkan toplumsal örgütlenme biçimi, belirli kayıtlar altında Mehmet Akif için kabul edilebilirliğin ötesinde benimsenmesi zorunlu bir değişim alanıdır. Bununla birlikte, Doğu Islam dünyasının eksik ve kusurlarına bakılarak, göreceli geri kalmışlığına odaklanarak Batının bu coğrafya üzerindeki sömürgeci yaklaşımını haklılaştırma c;abalarını kategorik olarak reddeder; çünkü  sömürgeci ve dünyevileştirici boyutuyla batı medeniyeti hak kavramını kuvvetle tanımlayan, güçlü  olmayı haklı olmanın gerekçesi sayan bir medeniyettir.

İnsanlığın, en azından çogunlugunun refahını hedeflemeyen ya da bunu gerçekleştirmekten uzak olan bir medeniyet tasavvurunun insani boyutu eksik olduğu âşikârdır..Akif, marifet ve faziletle kanatlanmış, ilim ve hikmeti kaynağına bakmaksızın kendi yitiği olarak kabul eden, fizik olarak canlı ve zinde bir nesil “Asım’ın nesli” bizim çağdaşlaşma serüvenimizin öznesi olmalıdır, düşüncesindedir.   Akif, sömürgecilige bütün varlığıyla düşman, ilerici ve samimi bir sanat adamıdır. Günümüzün iç karartan, yürek burkan, içinden çıkılmaz problemlerin cevabını Akif’te arayanların eli boş dönmeyecektir.

Krizler içinde kıvranan toplumumuzun Akif’ten alacağı çok ders bulunmaktadır. Akif, Cevdet Paşa’yla başlayan, Tunuslu Hayrettin ve Sait Halim Paşa’larla devam eden bir düşünce geleneginin son büyük temsilcisi, Safahat ise Türk dilinin en mükemmel eserlerinden biridir. Mehmet Akif, yaşadıgı kıtanın tarihini bütün derinlikleriyle bilen ve dertlerini ömur boyu kendi derdi olarak haykıran bir düşünce adamıdır. Zekası, sezişi ve imanıyla kördüğüm olmuş birçok meseleyi aydınlığa kavuşturacak bir vicdandır. Her namuslu insanın yol arkadaşı ve düşünce tarihimizin kilometre taşlarından biridir.

Akif’i dertlendiren hüzün, yalnız kendi tarihimizden yükselen Istırap çığlıkları degil, bütün mazlum milletlerin, bütün İslam dunyasın maruz kaldığı insafsız istismar faciasıdır. Emperyalizm, Akif kadar müthiş bir düşman tanımamıştır. Mehmet Akif’in yürek yangınlarından çıkan çığlığa, kulaklarımızı ve gönlümüzü açık bulundurmak önemli olsa gerek. Sözlerimi Akif’i anmanın yanında onu anlamanın da önem arz ettiğini vurgulayarak onun Safahat’ında yer alan serlevha niteligindeki şu dizeleriyle bitirmek istiyorum:

Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim,
Ne hüviyyette şu karşımda duran eş’arım:
Bir yığın söz ki, samimiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu  bilirim, çünkü, ne san’atkârım.
Şi’r  için gözyaşı derler; onu bilmem, ,
yalnız, aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim söyleyemem;!
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizârım
Oku, şayed sana bir hisli yürek lazımsa;
Oku, zira onu yazdım, iki söz yazdımsa.
 
Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim…
inan ki: Her ne demişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendigim meslek:
Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek!
                                                                                     HASAN AKÇAY

                                                                   Muğla- Ortaca Anadolu Lisesi Edebiyat Öğretmeni

 

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.